Şirketler Karbon Insetting’e Yöneliyor: 2030 Hedefleri İçin Tedarik Zincirinde Karbon Azaltımı
27 Ağu 2025
2030 iklim hedeflerinin hızla yaklaşmasıyla birlikte şirketler, karbon ayak izlerini azaltmak için yeni stratejilere yöneliyor. Özellikle tedarik zincirindeki emisyonları düşürmeye odaklanan karbon insetting yaklaşımı giderek daha fazla ilgi görüyor. Uzmanlara göre büyük markaların karbon ayak izinin %70–80’ini tedarik zinciri kaynaklı emisyonlar oluşturuyor ve 2030’a kadar bu alanda ciddi azaltımlar yapmaları gerekiyor. Peki karbon insetting tam olarak nedir, klasik offset (denkleştirme) yönteminden farkı ne, ve şirketler neden bu yaklaşıma sarılıyor? Bu çalışmamızda teknik temeli sağlam fakat herkesin anlayabileceği bir dille karbon insetting kavramını, uygulama örneklerini ve veri odaklı başarı kriterlerini inceliyoruz.
Bu yazının yapay zeka desteğiyle hazırlanan podcast versiyonunu dinlemek için tıklayın: https://open.spotify.com/episode/3o3kdtQCMlMfskyxlKhPld?si=D6y_DbODTqKEydvQqv5LEw
Karbon Insetting Nedir? Offsetting’ten Farkı Ne?
Karbon insetting, bir şirketin kendi değer zinciri içinde sera gazı emisyonlarını azaltıcı projelere yatırım yapması anlamına geliyor. Yani şirket, emisyonlarını telafi etmek için harici bir projeden karbon kredisi satın almak (offset) yerine doğrudan kendi tedarikçileri veya faaliyet alanı içinde emisyon azaltıcı adımlar atıyor. Bu kapsamda ağaç dikimi, agroforestri, yenilenebilir enerji kullanımı, rejeneratif tarım gibi doğa temelli çözümlere şirketin bizzat yatırım yapması söz konusu. Örneğin bir gıda şirketi, ürün aldığı çiftliklerde rejeneratif tarım uygulamalarına geçilmesini finanse ederek toprağın daha fazla karbon tutmasını ve süreçte oluşan emisyonların azalmasını sağlayabilir.
Offsetting yani karbon denkleştirmede ise şirket kendi faaliyetlerinde azaltamadığı emisyonları, genellikle dünyanın başka bir yerindeki projelerden karbon kredisi satın alarak dengeler. Bu krediler genellikle orman koruma, yenilenebilir enerji santrali kurma gibi harici projelerden gelir. Offsetting daha ziyade işletme dışı projelere dayanırken, insetting işletme içindeki (değer zincirindeki) azaltımlara odaklanır. Bir başka deyişle, offset mekanizması şirketlere “parasıyla başkasına azaltım yaptırarak” karbon nötr görünme imkânı sağlarken, insetting yaklaşımı şirketin doğrudan kendi tedarik zincirinde “iyi işler yaparak” emisyonunu düşürmesine dayanır. Bu yönüyle insetting, şirketin iş süreçlerine entegre, kalıcı ve bütüncül bir sürdürülebilirlik hamlesi olarak görülüyor.
“Daha az kötülük yapmak yerine daha çok iyilik yapmaya odaklanmak” – Karbon insetting’i bu sözlerle özetleyen Dünya Ekonomik Forumu, offsetting’in tek başına yeterli olmadığını, şirketlerin kendi değer zincirlerini doğa pozitif hale getirmeleri gerektiğini vurguluyor. Insetting yaklaşımı, şirketleri sadece salımlarını dışarıdan dengelemekten çıkarıp içeride azaltım yapmaya sevk ediyor.
Neden Şirketler Insetting’e Yöneliyor? 2030 Hedefleri ve Stratejik Önem
Karbon insetting’in yükselişindeki en büyük etken, küresel iklim hedeflerinin artık çok daha yakın ve somut hale gelmesi. Paris Anlaşması ve bilimsel uyarılar, 2030’a kadar emisyonların yarı yarıya azaltılmasını zorunlu kılıyor. Science Based Targets initiative gibi girişimler şirketleri 2030 için bilimsel esaslı azaltım hedefleri koymaya zorlarken, birçok sektörde asıl zorluk Scope 3 (tedarik zinciri) emisyonlarında düğümleniyor. Global markalar, toplam karbon ayak izlerinin büyük bölümünü oluşturan tedarik zinciri emisyonlarını azaltmak için artık geleneksel offset kredilerine bel bağlayamayacaklarının farkında.
Ayrıca karbon denkleştirme (offset) projelerine yönelik eleştiriler de şirketleri insetting’e iten nedenlerden. Yıllarca popüler olan offset mekanizması, “kirletmeye devam et, parasını ver temizlettir” şeklinde algılanabildiği için eleştirildi; bazı uzmanlar bunun şirketleri kendi operasyonlarında gerçek azaltım yapmaktan alıkoyduğunu söylüyor. Nitekim son dönemde birçok firma, yalnızca karbon nötr etiketi uğruna satın alınan şüpheli krediler yerine, doğrudan kendi etki alanlarında somut azaltım yapmanın itibar ve risk yönetimi açısından daha doğru olduğunu gördü.
Buna bir de dirençlilik ve kaynak güvenliği motivasyonları ekleniyor. Özellikle gıda, tarım, tekstil gibi sektörlerde şirketler, tedarikçilerinin iklim değişikliğiyle mücadele etmesinin aslında kendi uzun vadeli iş çıkarlarına hizmet ettiğini anlıyor. Örneğin dünyaca ünlü gıda şirketi Danone’nin sürdürülebilirlik yöneticisi Henri Bruxelles , “Bir gıda şirketi olarak doğa üzerinde pozitif bir etki yaratmak sadece sorumluluk meselesi değil, aynı zamanda dirençlilik ve rekabet meselesi. Eğer şimdi harekete geçmezseniz, beş yıl içinde birden fazla iş riskiyle karşılaşırsınız” diye uyarıyor. Gerçekten de, toprağın verimliliğinden su kaynaklarına kadar pek çok çevresel faktör, şirketlerin gelecek tedarik kapasitesini etkileyecek kritik unsurlar.
Özetle, 2030 yaklaşırken şirketler hem regülasyon baskısıyla hem de iş sürekliliği gerekçeleriyle insetting’e yöneliyor. Örneğin Nestlé , 2030 itibarıyla hammaddelerinin %50’sini rejeneratif tarım yöntemleriyle üretmeyi hedefledi ve bu amaçla dünya genelinde 15 farklı arazi bazlı insetting inisiyatifini destekliyor. Bu tür adımlar, şirketlerin 2030’a kadar net sıfır ve ötesi hedeflerine ulaşmak için değer zinciri bazında karbon azaltımını ana strateji haline getirdiğini gösteriyor.
Başarılı Insetting Projeleri İçin Veri Mimarisi Nasıl Kurulur?
Insetting projelerinin sahada gerçekten işe yaraması ve güvenilir sonuçlar üretmesi için en kritik ihtiyaç sağlam bir veri mimarisi kurmaktır. Çünkü insetting, şirketin doğrudan kontrolü dışındaki çiftlikler, tedarikçiler veya lojistik ağlarında gerçekleşir; buralardan sağlıklı veri toplanamazsa yapılan işin iklim etkisi de doğrulanamaz. Uzmanlar, bu nedenle ölçüm, raporlama ve doğrulama adımlarını destekleyecek entegre bir veri altyapısının şart olduğunun altını çiziyor. WBCSD – World Business Council for Sustainable Development yayımladığı rehbere göre, tarım-gıda değer zincirlerinde yapılan uygulama değişikliklerinin etkisini hesaplayabilmek için şirketlerin tüm değer zincirine yayılan kritik sürdürülebilirlik metriklerini sürekli ölçmesi, raporlaması ve doğrulaması (MRV) gerekiyor.
Peki pratikte nasıl bir veri mimarisinden bahsediyoruz? İlk olarak, saha seviyesinde veri toplamaya imkân veren sistemler kurulmalı. Örneğin toprak karbonunu artırmaya yönelik bir insetting projesinde çiftçilerden toprak analizi sonuçları, uygulanan tarım teknikleri, gübre kullanımı gibi veriler düzenli toplanmalı. Yeni nesil dijital araçlar bu konuda devreye giriyor: Nitekim 2023 yılı içerisinde AgriWebb (hayvancılık için çiftlik yönetim yazılımı) ve Klim (rejeneratif tarımı teşvik eden bir iklim teknolojisi platformu) gibi girişimler, şirketlerin tedarik zincirindeki çiftçilerden veri toplayıp karbon etkisini hesaplamasına yardımcı olan çözümler sunarak milyonlarca dolar yatırım aldı. Bu tür yazılımlar, sahadaki aksiyonları (örneğin meraların yönetimi, toprağa organik madde kazandırma) dijital kayıt altına alarak şirketin emisyon envanteriyle ilişkilendiriyor.
Toplanan verilerin merkezi bir platformda entegre edilmesi ikinci adım. Şirketler, insetting projelerinden gelen çok çeşitli veri akışlarını (sensör ölçümleri, uydu görüntüleri, çiftçi beyanları vb.) bir araya getirecek bir veri altyapısı kuruyor. Bu altyapı, ham verileri işleyip emisyon azaltımına çevirecek hesaplama modellerini barındırmalı. Örneğin toprağa eklenen organik maddenin ne kadar karbon tuttuğunu hesaplayan algoritmalar veya tedarik zincirinde kullanılan biyoyakıtın fosil yakıta kıyasla sağladığı emisyon düşüşünü hesaplayan araçlar bu mimarinin bir parçası olmalı. Burada yapay zeka ve ileri analitik devreye girebilir; büyük veri setlerini daha hızlı işleyip eğilimleri öngörmek adına AI tabanlı sistemlerin kullanımı artıyor. Nitekim Bluearf gibi platformlar, şirketlerin karbon verilerini uçtan uca analiz edebilmeleri için AI destekli çözümler geliştiriyor. Bluearf , işletmelere karbon ayak izlerini tek bir yerde hesaplayıp analiz edebilecekleri yapay zekâ destekli bir platform sunarak bu alandaki büyük veri sorununu çözmeye çalışıyor.
Veri mimarisinin belkemiği ise doğrulama ve izlenebilirlik mekanizmaları. Şirket, insetting kapsamında “X ton CO₂ azalttım” diyebilmek için bunu kanıtlayan güvenilir verilere sahip olmalı. Uluslararası danışmanlık şirketi PUR Projet’den Andrew Nobrega, markaların başlangıçta karbon azaltım amacıyla tedarik zincirine yatırım yaparken, aynı yatırımın beraberinde su tasarrufu, biyolojik çeşitlilik ve çiftçi gelirinde artış gibi “yan faydalar” da getirdiğini, bu sayede verinin sadece karbon değil birçok açıdan değer yarattığını belirtiyor. Ancak tüm bu faydaların saydam biçimde ortaya konması gerekiyor. Bunun için bazı öncü şirketler, tedarikçilerinden gelen veriyi blok zinciri tabanlı dijital sertifikalara dönüştürerek şeffaflığı artırıyor. Örneğin Japon denizcilik şirketi MOL, düşük karbonlu yakıt kullandığı gemi seferlerinin çevresel kazanımlarını çevresel nitelik sertifikaları (EAC) haline getirip müşterilerine sunuyor. Bu dijital sertifikaların her birinde seferle ilgili yakıt tipi, tasarruf edilen emisyon miktarı, doğrulayan bağımsız kuruluş gibi yaklaşık 60 veri noktası bulunuyor; üstelik blok zinciri ile değişmez kayıt altına alınarak çifte sayımın önüne geçiliyor. Böylece veri mimarisi, yalnızca verinin toplanıp analiz edilmesini değil, aynı zamanda güvenilir şekilde saklanıp ilgili paydaşlarla paylaşılmasını da içeriyor.
Son olarak, uzmanlar tedarikçi odaklı bir veri yaklaşımının önemine dikkat çekiyor. Uluslararası Insetting Platformu’nun teknik komitesinden Nikol Ostianova, tedarik zincirinde elde edilen azaltımların doğru biçimde sahiplenilmesi için “tedarikçiyi merkeze koyarak veri toplamayı” öneriyor. Çünkü nihayetinde sahada değişikliği yapanlar çiftçiler veya üreticiler; onların sağladığı gerçek veriler, şirketin emisyon muhasebesine girdiğinde anlam kazanıyor. Bu modelde tedarikçi, kendi yaptığı iyileştirmenin verisini şirkete sunuyor, şirket de bu doğrulanmış veriyi kendi Scope 3 envanterine işliyor. Böylelikle hem emisyon düşüşünün gerçekleştiğinden emin olunuyor, hem de aynı azaltım için birden fazla aktörün hak iddia etmesi (double counting) engelleniyor. Bu noktada tüm tedarik zinicirindeki paydaşların rahatlıkla kullanabileceği tedarikçi izleme ve aksiyon platformlarına büyük iş düşüyor. Binlerce tedarikçiye sahip büyük kurumların manuel iş yükleri ile bu verileri toplayabilmeleri bu aşamada mümkün değil.
Insetting Alanlarında Örnek Uygulamalar ve Etki Hesaplama Yöntemleri
Karbon insetting, şirketlerin pek çok farklı faaliyet alanında yenilikçi projeler geliştirmesine imkân tanıyor. Toprakta karbon tutulumundan gübre yönetimine, nakliye optimizasyonundan enerji kullanımına kadar geniş bir yelpazede veri destekli uygulamalar görmek mümkün. İşte temel insetting alanlarından bazı örnekler ve nasıl hesaplandıklarına dair bilgiler:
Toprak Organik Karbonu (Tarım ve Arazi Kullanımı): Toprak, devasa bir karbon yutağıdır – nitekim tarım toprakları dünyadaki en büyük karbon yutaklarından biridir. Bu nedenle birçok insetting projesi, tarım arazilerinde karbon tutulumunu artırmayı hedefliyor. Örneğin Nestlé’nin bir iştiraki olan Nespresso, kahve tedarik zincirinde rejeneratif tarım uygulamalarını devreye soktu. Kahve plantasyonlarında gölge sağlayan ağaçlar dikerek bir yandan ekosistemi düzenledi, su tutma kapasitesini ve toprağın verimliliğini artırdı, diğer yandan da toprakta ve biyokütlede karbon depolanmasını sağladı. Bu girişim, saha ölçümleriyle toprağın organik karbon miktarındaki değişimi takip ediyor; periyodik toprak analizleri ve uydu görüntüleriyle ne kadar CO₂ tutulduğu hesaplanıyor. Elde edilen veriler aynı zamanda çiftçilere yeni gelir imkânları da yaratıldığını gösteriyor (dikilen ağaçlardan elde edilen meyve ve kerestenin satışı gibi) – böylece insetting projesinin karbon faydası yanında sosyal etkisi de ortaya konuyor.
Nitrojen Yönetimi (Gübre ve Tarımsal Emisyonlar): Tarımda kullanılan azotlu gübreler, atmosfere güçlü bir sera gazı olan diazot monoksit (N₂O) salımına yol açar. ABD verilerine göre tarımsal topraklar ülkenin N₂O emisyonlarının %78’inden sorumlu olup, bu emisyonların birincil kaynağı yapay gübre kullanımıdır. Insetting yaklaşımıyla bazı gıda şirketleri, tedarikçilerinin gübreleme yöntemlerini iyileştirerek bu emisyonları azaltıyor. Örneğin 3Degrees firması, müşterileri adına “4R prensipleri” (Doğru kaynak, Doğru doz, Doğru zaman, Doğru uygulama yeri) ile gübre kullanımını optimize eden ve gelişmiş etkili gübreler kullandıran programlar yürütüyor. Bu sayede tarla bazında daha az azot kaybı ve daha düşük N₂O salımı sağlanıyor. Etki hesaplaması için çiftçi bazında gübre uygulama verileri ve toprak ölçümleri toplanıyor; ardından IPCC emisyon faktörleri ya da projeye özel geliştirilmiş modellerle “yapılmasaydı ne olurdu” senaryosuna kıyasla emisyon azalımı hesaplanıyor. Projeler, Climate Action Reserve gibi standartlar altında bağımsız doğrulamadan geçerek gerçekten belirtilen miktarda emisyon azaltımı sağlandığını teyit ediyor.
Lojistik ve Taşımacılık: Tedarik zincirinde ürünlerin taşınması, ciddi oranda fosil yakıt tüketimine ve dolayısıyla karbon emisyonuna neden olur. Insetting yaklaşımı, lojistikte de devreye girerek örneğin nakliye yakıtlarını düşük karbonlu alternatiflerle değiştirmeyi veya rotaları optimize etmeyi hedefliyor. Fakat pratikte bir şirketin bütün nakliye operasyonunu elektrikli araçlara veya biyoyakıta geçirmesi tek başına kolay olmayabilir. Bu noktada “book-and-claim” denilen sistem devreye giriyor. Book-and-claim, fiziksel olarak düşük karbonlu yakıtın aynı tedarik zincirinde kullanılmasa bile, yarattığı emisyon düşüşünün sertifikalarla paylaştırılmasına dayanır. Yukarıdaki MOL örneğinde olduğu gibi, bir nakliye firması belirli seferlerde biyoyakıt kullandığında ortaya çıkan CO₂ tasarrufunu EAC sertifikaları şeklinde yük sahiplerine tahsis edebiliyor Bir başka deyişle, şirketiniz bir konteyner yükünü deniz yolu ile taşıtırken, ek bir ücret ödeyerek bu yükün seyahati için biyoyakıt kullanımını teşvik edebilir ve karşılığında elde edilen karbon azaltımını kendi envanterine yansıtabilirsiniz. Bu azaltım miktarı, yakıt tüketimi verileri ve yakıtın yaşam döngüsü analizine göre hesaplanıp sertifikada belirtiliyor. Her sertifika bağımsız doğrulayıcılar tarafından incelenip onaylandığı için, şirketiniz bu Scope 3 emisyon düşüşünü güvenle raporlayabiliyor. Benzer şekilde kara taşımacılığında da lojistik sağlayıcılar, müşterilerine HVO (hidrojenlenmiş bitkisel yağ) yakıtı kullanım opsiyonları sunarak, fosil dizel yerine biyoyakıt tüketimini belgelendirip emisyon tasarrufunu paylaşmaya başladılar. Sonuç olarak, lojistik alanındaki insetting projeleri saydam bir veri paylaşımı sayesinde hem şirketleri hem taşımacıları ortak bir iklim hedefinde buluşturuyor.
Uluslararası Kılavuzlar: Gold Standard, Value Change Initiative, ISO 14064-2, GHG Protocol LSR…
Insetting henüz nispeten yeni bir yaklaşım olduğundan, şirketlerin doğru adımları atabilmesi için uluslararası kılavuzlara ve standartlara başvurması büyük önem taşıyor. Neyse ki son yıllarda bir dizi kurum bu konuda metodolojik yol göstericilik yapmaya başladı:
Gold Standard & Value Change Initiative (VCI): Karbon piyasalarında kalite standardı denince akla gelen Gold Standard, Value Change Initiative adlı girişimiyle şirketlerin değer zinciri içi (Scope 3) azaltım faaliyetlerini muhasebeleştirirken dikkat etmeleri gereken kuralları geliştirmeye öncülük ediyor. Örneğin, Gold Standard ve VCI, tedarik zincirindeki izlenebilirlik sorunlarını aşmak için “tedarik havuzu” (supply shed) kavramını ortaya attılar. Tedarik havuzu, bir şirketin belli bir coğrafi bölgeden dolaylı da olsa tedarik ettiği tüm üreticileri bir grup olarak ele almasını ifade ediyor. Eğer şirket, örneğin yalnızca Fransa’dan kahve çekirdeği alıyorsa ve tek tek çiftçileri izleyemiyorsa, Fransa genelini bir tedarik havuzu kabul edip bu havuzdaki üreticilerle yaptığı karbon azaltıcı projeleri insetting sayabiliyor. Bu yaklaşım, veri eksikliği durumlarında geçici bir çözüm sunarak şirketin coğrafi olarak bağlantılı olduğu bölgelerdeki iklim projelerini sahiplenmesini sağlıyor. Ancak henüz GHG Protokolü tarafından tam onay almadığını belirtelim (üzerinde çalışmalar devam ediyor). Yine de Gold Standard’ın öncülüğünde geliştirilen bu tip yöntemler, insetting projelerinin hesap verebilirliğini artıran yenilikler. Gold Standard ayrıca, şirketlerin birden fazla paydaşla ortak yürüttüğü landscape (manzara ölçeğinde) projelerde azaltım iddialarını nasıl paylaşacaklarına dair kılavuzlar üzerinde de çalışıyor. Value Change Initiative ise bir öğrenim platformu olarak çeşitli şirketleri bir araya getirip Scope 3 emisyon azaltımı ve gidermeleri konusunda uygulama düzeyinde hesaplama, raporlama ve iddia yönetimi çözümlerini birlikte geliştirmelerine imkân tanıyor.
ISO 14064-2 (Proje Düzeyi Karbon Standardı): Uluslararası Standartlar Örgütü’nün (ISO) 14064 serisi, sera gazı emisyonlarının ölçülmesi ve raporlanması için küresel çapta kabul gören bir çerçeve sunar. Bu serinin ikinci bölümü olan ISO 14064-2, özel olarak proje bazlı sera gazı azaltım veya giderim projelerinin hesaplanması, izlenmesi ve raporlanması için kılavuzluk sağlar. Insetting projeleri çoğunlukla birer karbon projesi niteliğinde olduğu için, ISO 14064-2 prensipleri bu alanda başarı kriterlerini belirler. Standart; proje kapsamında hangi metodolojilerin kullanılacağını, belirsizliklerin nasıl ele alınacağını, raporlamanın nasıl şeffaf yapılacağını tarif eder. Örneğin bir şirket tedarik zincirindeki bir ağaçlandırma projesini ISO 14064-2’ye göre kurgularsa, başlangıçtaki karbon stokundan tutun da her yıl emisyon azaltımının nasıl izleneceğine kadar her adımı tanımlamış olur. Dahası, ISO 14064-3 standardı sayesinde bu projeden elde edilen sonuçlar üçüncü taraflarca doğrulanabilir hale gelir. Kısacası ISO standartları, insetting’in şeffaf, karşılaştırılabilir ve güvenilir şekilde uygulanması için evrensel bir dildir.
GHG Protocol LSR (Arazi Sektörü ve Giderimler Rehberi): Küresel sera gazı muhasebesinin temelini oluşturan GHG Protokolü, son yıllarda Arazi Sektörü ve Giderimler Rehberi (Land Sector and Removals Guidance) üzerinde çalışıyor. Henüz taslak aşamasında olan bu rehberin 2025’te yayımlanması planlanıyor ve amacı, şirketlerin orman, tarım arazisi, toprak, biyojenik ürünler gibi alanlardaki emisyon ve karbon giderimlerini kendi sera gazı envanterlerine nasıl katmaları gerektiğini açıklamak. Insetting projelerinin önemli bir bölümü orman yönetimi, arazi restorasyonu, toprak karbon tutumu gibi arazi bazlı olduğundan, bu rehber devreye girdiğinde şirketler için bir yol haritası sunacak. Örneğin bir şirket, tedarikçileriyle birlikte bir karbon çiftçiliği (carbon farming) programı yürütüyorsa, GHG Protocol LSR rehberi bu programdan kaynaklanan CO₂ giderimlerini kurumsal envantere nasıl ekleyeceğini, nelere dikkat etmesi gerektiğini netleştirecek. Şu an için taslak rehber, arazi kullanımı değişikliği, karbon giderimi ve depolanması, biyolojik ürünler gibi konuları kapsamına alıyor ve şirketlerin iklim hedefleri (örneğin SBTi’nin FLAG – Orman, Arazi ve Tarım hedefleri) ile uyumlu bir muhasebe yapmasını amaçlıyor. Bu rehber tamamlandığında, insetting yapan firmaların “hangi şartlarda bu azaltımları kendi envanterime sayabilirim?” sorusu büyük ölçüde cevap bulacak.
Diğer Girişimler ve Standartlar: Bilim Temelli Hedefler inisiyatifi (SBTi) de şirketlerin değer zinciri emisyonlarına eğilmeleri için bazı yönlendirmeler yaptı. Örneğin SBTi’nin Orman, Arazi ve Tarım (FLAG) rehberi, bu sektörlerdeki şirketlere ne oranda emisyon azaltımı gerektiğini belirtirken, Beyond Value Chain Mitigation raporları şirketlerin değer zinciri dışındaki yatırımları nasıl ele alması gerektiğini tarif ediyor. Yine de insetting konusu mevcut standartlarda tam oturmuş değil; bu nedenle yeni standart çalışmaları da başladı. 2024 itibarıyla, önde gelen karbon standardı kuruluşu Verra bir Scope 3 emisyon azaltım standardı geliştirirken, Birleşik Krallık merkezli Social Carbon adlı kuruluş da benzer şekilde şirket içi projeleri sertifikalandıracak yöntemler üzerinde çalışıyor. Bu gelişmeler, yakın gelecekte insetting projelerinin de tıpkı offset projeleri gibi bağımsız standartlar altında sertifikalandırılabileceğine işaret ediyor. Son olarak, Gold Standard bünyesindeki SustainCERT firması, tedarik zinciri emisyon azaltımlarını doğrulayacak bir dijital platform ve bunlara dair “etki birimleri” (Impact Units) geliştirdiğini duyurdu. Amaç, tedarik zincirindeki azaltımları izleyip kaydederek şirketler arası çifte sayımı önlemek ve ortak projelerde co-claiming (paylaşılan iddia) mekanizmalarını adil kılmak. Kısacası, uluslararası rehberler ve insiyatifler, karbon insetting’in metodolojik belirsizliklerini gidermeye ve herkesçe kabul gören bir çerçeve oturtmaya çalışıyor.
MRV, Belirsizlik Hesaplama ve İddia Yönetimi: Basit Bir Anlatım
Teknik detaylar bir yana, karbon insetting projelerinin güvenilir olmasının anahtarı üç harfle özetlenen bir süreçtir: MRV. İngilizce Measurement, Reporting, Verification terimlerinin kısaltması olan MRV, Türkçesiyle Ölçüm, Raporlama ve Doğrulama, iklim projelerinin şeffaf ve gerçek etkili olmasını sağlayan mekanizmadır. Bunu temel bir dille şöyle açıklayalım: Önce proje kapsamında ne kadar emisyon azaltımı olduğunun ölçülmesi gerekir (sahada veri toplayarak). Sonra bu verilerin belli standartlara uygun şekilde raporlanması ve ilgili taraflarla paylaşılması gerekir. En sonunda da bağımsız uzmanların bu verileri ve hesaplamaları inceleyerek doğrulaması gerekir. MRV, karbon projelerinin “söylediğini yapıp yapmadığını” ortaya koyar. Insetting gibi şirket içi projelerde MRV özellikle önem taşır; zira şirket kendi operasyonundan olmayan bir azaltımı sahiplenmektedir. Bu nedenle, tedarik zinciri içinde yapılan her iklim dostu uygulamanın sonuçları, olabildiğince sayısal verilerle izlenmeli, raporlanmalı ve üçüncü taraflarca onaylanmalıdır. Örneğin bir süt ürünleri şirketi, çiftçilerinin gübre yönetimi uygulamalarını iyileştirip metan emisyonunu düşürdüğünü iddia ediyorsa, kaç çiftçinin ne yaptığı, toplam emisyon azalımı ve hesaplama metodu açıkça raporda yer almalı; bağımsız bir denetçi de bunları inceleyerek onaylamalıdır. Veri ve bilgiye dayalı karar alma, iklim eylemlerini etkili kılmanın en güvenilir yoludur.
Her ölçümde olduğu gibi, karbon azaltım projelerinde de belirsizlik payı bulunur. Doğal sistemler karmaşık olduğundan, örneğin bir orman projesinin 10 yılda tam olarak kaç ton CO₂ emeceğini bilmek imkânsıza yakındır – ancak bir tahmin ve aralık vermek mümkündür. İyi uygulamalarda, şirketler bu belirsizlikleri de hesaplarına dahil eder ve ihtiyatlı (konservatif) davranır. Diyelim ki hesaplamalar bir tarım projesinin yılda 1000 ton CO₂ azaltım sağladığını gösteriyor, ancak ±%10 belirsizlik payı var. Bu durumda şirket, raporlarında 1000 ton yerine 900 ton azaltımı garanti olarak sunabilir, kalan %10’u “güvenlik yastığı” olarak saymayabilir. Böylece “ölçüm hatası varsa kendimizi avantajlı göstermeyelim” diyerek temkinli bir yaklaşım sergiler. Karbon piyasalarında da benzer şekilde belirsizlikler için tamponlar uygulanır; bazı sertifikasyonlar, ölçüm belirsizliği yüksekse onaylanan kredi miktarını otomatik düşürür.
Belirsizliği yönetmenin bir diğer yönü de neden-sonuç ilişkisini netleştirmektir. Insetting projelerinde en zor konulardan biri, elde edilen etkinin gerçekten projeden mi kaynaklandığını ispatlamaktır. Uzmanlar buna nedensellik (causation) ve additionality (ilave fayda) ilkelerinin dahil olduğunu belirtir. Additionality, “bu proje olmasa idi bu azaltım gerçekleşir miydi?” sorusuna verilen cevaptır. Eğer yanıt “zaten gerçekleşirdi” ise, projenin aslında ilave bir fayda sağlamadığı anlaşılır. Bu nedenle insetting projelerinde şirketler, yaptıkları yatırımın kritik bir fark yaratacak şekilde tasarlandığını ortaya koymalıdır. Örneğin bir çiftçi zaten kendi imkânlarıyla ağaç dikerek toprağını iyileştiriyorsa, şirketin buraya yatırım yapıp bunu sahiplenmesi doğru olmaz. Ama çiftçi ekonomik nedenlerle yapamadığı bir dönüşümü şirket desteğiyle yapıyorsa, additionality sağlanmış olur. Nedensellik de benzer şekilde, gözlenen iyileştirmenin hangi faktörden kaynaklandığını ayırt etmeye çalışır (yağışların artması mı, yoksa yeni uygulama mı verimi yükseltti gibi).
Tüm bu teknik konuların şirket iletişiminde kritik bir yansıması var: İddia yönetimi. Karbon iddiası, bir şirketin “Şu kadar emisyon azalttık” veya “Karbon nötr olduk” gibi kamuya yaptığı beyanlardır. Insetting özelinde iddia yönetimi, özellikle çifte sayım riskini önlemeyi içerir. Yani tedarik zincirindeki bir azaltım için hem üretici hem marka kendine pay biçerse, ortada şişirilmiş bir başarı hikayesi çıkar ki bu güvenirliği zedeler. Bu yüzden, uluslararası rehberler şirketlere kim neyi talep ediyor açıkça belirleyin diyor. Genelde önerilen, azaltımı fiilen yapan tarafa (örneğin çiftçiye) öncelik verilmesi, satın alan şirketin ise kendi envanterinde Scope 3 azaltımı olarak bunu sahiplenmesi, ancak aynı azaltım için iki kere “karbon kredisi” oluşturulmamasıdır. Avrupa Birliği’nin hazırladığı yeni Karbon Giderimi Sertifikasyonu düzenlemesi de (2024 itibarıyla taslak) bu konuda daha net kurallar getirmeyi hedefliyor. İddia yönetiminde bir diğer boyut, şirketlerin pazarlama diline dikkat etmesi: Örneğin, insetting yapsa bile bir firmanın doğrudan kendini “karbon nötr” ilan etmesi eleştiri alabilir, bunun yerine “değer zincirimdeki emisyonları %X azalttım, kalan emisyonlar için de şu kadar yatırım yapıyorum” gibi daha şeffaf bir dil kullanması tavsiye edilir. Karbon Market Watch ve NewClimate Institute gibi kuruluşlar, gerekli denetim olmazsa insetting projelerinin de “düşük güvenilirlikli offsetting” maskesi takabileceği konusunda uyarıyor. Özellikle orman ve toprak gibi kalıcı olmayan karbon depolama yöntemlerine dayanan insetting projelerinde abartılı veya zamansız iddialardan kaçınmak gerekiyor.
En nihayetinde, hem MRV süreçleri hem belirsizlik hesaplamaları hem de iddia yönetimi tek bir prensibe hizmet etmeli: Gerçek azaltımın veri temelli olması ve sahada ölçülmeyen hiçbir etkinin raporlanmaması. Şirketler, insetting projelerinden gelen sonuçları somut verilerle destekleyebildikleri ölçüde inandırıcı olacaklar. Aksi takdirde, iyi niyetle başlanan projeler bile yanlış iletişim kurbanı olup “greenwashing” damgası yiyebilir. İklim kriziyle mücadelede veriye dayalı yaklaşımın önemini vurgulayan IPCC, altıncı değerlendirme raporunda bilimsel verilere dayanan politikaların en etkili sonuçları verdiğini ortaya koyuyor. Aynı şekilde, şirketlerin de iklim beyanlarında bilimi ve veriyi temel almaları, ölçemedikleri bir faydayı olmuş gibi göstermemeleri gerekiyor.
Bluearf ile Karbon Insetting: Veri ve Tedarikçi İzleme Altyapısı
Karbon insetting yaklaşımını hayata geçirmek isteyen şirketler için en kritik unsur doğru veri mimarisi ve tedarikçi katılımıdır. İşte tam bu noktada Bluearf ve tedarikçi izleme altyapısı olan “İzle” şirketlere benzersiz avantajlar sağlıyor. Bluearf, işletmelerin kapsam 1-2-3 emisyonlarını ayrıntılı olarak hesaplayıp analiz eder. Aynı zamanda geniş tedarikçi ağlarından farklı sürdürülebilirlik verilerini kolayca toplayabilmelerini sağlar. Bu sayede bir firmanın tedarik zincirindeki hotspot noktaları (örneğin çiftçilerden gelen emisyonlar) net biçimde ortaya çıkar. Böylece şirket, insetting projelerini hangi alana yönelteceğini veriyle belirler.
Insetting projelerinin başarısı, sahadaki tedarikçilerin katılımına bağlıdır. Bluearf’ın “İzle” altyapısı, şirketlerin tedarikçilerinden düzenli veri toplayabilmesini sağlar. Çiftçiler veya üreticiler, uyguladıkları sürdürülebilirlik adımlarını (ör. gübre optimizasyonu, rejeneratif tarım uygulamaları) İzle üzerinden raporlayabilir. Bu sayede şirket, sahadaki aksiyonların etkisini anlık olarak takip edebilir. Bluearf, şirketlere karbon ayak izlerini gerçek zamanlı izleme imkânı verdiği için, bir insetting projesinden gelen azalımı da anlık olarak takip etmelerini sağlar. Örneğin rejeneratif tarıma geçen 100 çiftçinin sezonluk verileri platforma aktarıldığında, Bluearf bunların emisyon envanterine etkisini hesaplayıp raporlayabilir.
Bluearf platformu, ISO 14064 ve GHG Protocol rehberleriyle uyumlu hesaplama araçlarını entegre edecek şekilde tasarlandı. Bu sayede şirketler projelerini uluslararası standartlara uygun biçimde planlayıp raporlayabilir. MRV (ölçüm-raporlama-doğrulama) süreci dijitalleşir ve hızlanır.
Bluearf ayrıca, paydaş iş birliği açısından da insetting’e değer katabilir. Tedarik zinciri genellikle birçok küçük üreticiyi içerdiğinden, bu aktörlerin eğitimi ve projeye katılımı başarının ön koşuludur. Bluearf'ı şirketler bir iletişim ve eğitim aracı olarak kullanarak tedarikçilerin projeye dahil olmasını teşvik edebilir. Örneğin sürdürülebilir tarım tekniklerine geçen bir çiftçinin elde ettiği kazanımları (hem karbon düşüşü hem verim artışı gibi) platformda görünür kılmak, diğer çiftçileri de benzer adımları atmaya motive edebilir.
Sonuç olarak, karbon insetting yaklaşımı şirketlerin 2030 iklim hedeflerine ulaşmasında kritik bir rol oynayacak gibi görünüyor. Bu yaklaşım, gerçek ve sürdürülebilir emisyon azaltımını iş yapış şekillerinin merkezine koyuyor. Veriye dayalı, şeffaf ve iş birliğine açık bir model olduğu için de dijital dönüşümle paralel ilerliyor. Bluearf gibi yenilikçi platformlar da tam bu kesişimde konumlanarak şirketlere “karbon azaltımını içselleştirme” yolculuklarında rehberlik edebilir. Uzmanlar, insetting yolculuğuna çıkacak şirketlere “küçük adımlarla başlayın ve ilerledikçe gelişimi gösterin” tavsiyesinde bulunuyor – tıpkı Nestlé’nin diğer markalara öğütlediği gibi: “İşe küçük başlayın ve ilerledikçe gelişimi gösterin. Bazı çiftçilerin başarılı olduğunu gören diğer tedarikçiler de katılmaya daha istekli olacaktır. Karbon nötr bir gelecek için belki de en kalıcı çözümler, şirketlerin kendi bahçelerinde filizlenecek. Insetting de tam olarak bunu yapmayı, yani iklim dostu iş modellerini içeriden büyütmeyi vaat ediyor.
Bu yazıda sunulan bilgi ve örnekler, Reuters, World Economic Forum, Gold Standard, Klim, 3Degrees ve Bluearf gibi güvenilir kaynaklardan derlenmiştir. Belirtilen tüm sayısal veriler ve alıntılar ilgili kaynaklara dipnot olarak referanslandırılmıştır. Gerçek veriye dayanan, ölçülmüş ve doğrulanmış etkiler dışında hiçbir iddia raporlanmamıştır. Bu sayede karbon insetting konusunda teknik temeli sağlam, ancak anlaşılır ve şeffaf bir bakış sunulması hedeflenmiştir. Yarınların düşük karbonlu ekonomisinde rehberimiz yine bilim ve veri olacak – tıpkı bugün olduğu gibi.
Kaynaklar:
Can insetting stack the cards towards more sustainable supply chains? | Reuters
Carbon insetting vs offsetting – an explainer | World Economic Forum
Scope 3 Data and MRV Guidance for Agriculture and Food | WBCSD
Climate Change as a Data Problem and the Importance of Data-Driven Decisions | Bluearf Newsletter
Carbon Insetting: The Target of Scope 3 Carbon Offset Accounting
Supply Chain Reductions: A strategic approach for food and beverage companies | Insights | 3Degrees
An Introduction to Insetting - HFW
[PDF] Is carbon insetting a more secure investment for corporations than ...
Land Sector and Removals Guidance | GHG Protocol
Inset vs Offset: Corporate Sustainability Strategy Explained
Bluearf Sustainability Insights Newsletter | AI-Powered ESG & Carbon Tips
Climate Change as a Data Problem and the Importance of Data-Driven Decisions | Bluearf Newsletter